10 Nisan 2011 Pazar

Kulak misafirliği...

Bugün kulak misafirliğine gittim ve çok güzel bir gündü teşekkürler...

Sabah kahvaltıdan sonra havanın güzel olması hasebiyle çıkıp biraz yürüyüş yaptım. Yorulunca bir kafeye girdim ve teras katına çıkarken çay söyledim. Teras katına çıktım ve aşağıda yürüyen insanlara şöyle bir göz gezdirdim. Beklediğimin ne olduğunu bilmeden dudak büküp her zamanki İstanbul dedim kendi kendime.

Çayım geldiğinde sandalyeye oturdum ve o anda sohbet eden 40'lılı yaşlarda iki adam gördüm. Biraz kulak kabarttım ve sohbetin mevzusu kitaptı. Tam da arayıp bulamadığım şey...

Ama kitabın yazımından çok ticaretiyle alakalı konuşuyorlardı. Anladığım kadarıyla birisi yazarmış, onlarca kitap yazmış ve şu anda da maddi sıkıntı içindeymiş. Sohbetin devamında; insanların dünyaya nasıl dolduğu, 50 yıl sonrasına kadar insanoğluna 3 gezegenin yetmeyeceği, 1978'lerdeki bilim teknik dergilerinden falan bahsedildi. O mevzuya nasıl atladığını hiç sormayın...

Onlardan birisi içeriye büyük bir ihtimalle lavaboya gidince yazar olana doğru yaklaştım ve kendimi tanıttım. Nazikçe sohbete dahil olup olamayacağımı sordum. İçeri giren kişinin okul arkadaşı olduğunu ve uzun zamandır görüşmediğini söyleyerek nazikçe geri çevirdi.

Bende kendisiyle özel olarak kitap hakkında konuşmak istediğimi ve müsait iseniz haftaya görüşebilir miyiz?diye sordum. Bir hafta sonrasına randevulaştık. Sanırım bu haftayı iple çekeceğim...

Kitap okumak...

Blog yazımına başlama kararı aldığım zaman bir dostum bana "-Kitaplar hakkında da bir yazı yazarsın değil mi?" diye sormuştu. Belki o gün gelmiştir...

Kitap nedir? Neden kitap okuyorum? yada Neden kitap okumuyorum? tarzında bir soruyu herkesin aklına gelmiştir. Kitap denildiği zaman herkesin aklına çok farklı şeyler gelebileceği gibi benim aklıma da "İçerisinde belirli bir düşünce etrafında yazılmış cümlelerin bulunduğu risaledir" ifadesi geldi...

Ülkemizdeki kitap okuma durumunu düşündüğümüzde biraz geriye doğru fazla değil bundan 5 sene öncesine küçük bir yolculuk yapalım. Şu anda üniversitede öğrenci olan o zamanlar lisede belkide ortaokulda okuyorlardı. Öğretmenlerin ödev vermesine klasik öğrenci psikolojisinden dolayı her zaman kızarlardı. Bununla beraber Türkçe öğretmeninin:"-Çocuklar her ay en az bir kitap okuyacaksınız yoksa sınıfta bırakırım" gibi despot davranışlarına kızmayacak çok az kişi olduğunu düşünüyorum. Ayda sadece bir kitap okumak bile zor gelirdi bize. Neden? Çünkü kitap okumakla tanışmamıştık...

Birkaç ay önce bir sahaf(eski kitap satan yer)a gitmiştim. Bana okuyabileceğim birkaç kitap önermesini istedim. Bana "-Kitap okumak yemek yemeye benzer, ben senin hangi yemekleri sevdiğini nereden bilebilirim. Kitaplar orada al eline karıştır, birkaç cümle oku hoşuna giderse alırsın" dedi. O anda garipsemiştim. Sonuçta kitapları o satıyordu ve hangi kitapların güzel olduğunu, hangilerinin çok okunduğunu, hangilerinin hangi yaş çevrelerinde okunduğunu iyi bilmesi ve bana göre birkaç kitap önermesini istemiştim. Kitapların içine daldım bir o rafa bir bu rafa dolaşırken beş tane kitap beğendim. Ücretini ödeyeceğim zaman kitaplara şöyle bir göz attı ve "Alanının en güzel kitaplarını seçmişsin" dedi. İşte ilk girişimde ne demek istediğini o zaman anladım. Kitap, yemek yemek gibidir. Nasıl tadını beğenmediğin yemeği yiyemezsen, beğenmediğin kitabı da okuyamazsın...

Kitap; kimilerine göre film izlemek gibidir. Sürükleyici bir film izlerken nasıl keyif alıyorsan kitap okurken de aynı keyfi alırsın. Film izlerken olayları oyuncular sana sergilerken kitaptaki olayları beyin sahnende kendi oluşturduğun kahramanların oynar ve yönetmen her zaman sensindir...

Her insanın bağımlılıkları ya da takıntıları vardır. Bunların bir kısmı sağlığını düşünür bir kısmı da düşünmez. Şu anda insanların sağlıklarını en fazla tehlikeye atan şeyin sigara olduğunu biliyoruz. Sigara bağımlılık yapıyor, alkol bağımlılık yapıyor. Neden?. Çünkü içerisinde etken madde var. Peki bazılarına göre kitap ta bağımlılık yapar. Peki neden?. Onun içerisinde etken madde mi var?. Veya kağıdına kokain filan mı aşılıyorlar?

Bu soruyu o bağımlılara sormakta fayda var diyorum...

Mevzuyu çok uzattığımın farkındayım. Ancak son olarak bir mevzuya daha değinmeden yazımı bitirmek istemiyorum...

Kitabı bu kadar övdün arkadaş da biz hangi kitapları okuyacağız?

Bu sorunun cevabı sizde. Sizde benim gibi yapın ve bir kitapçıya gidin. Kitapları karıştırın ve aradığınızı orada bulacaksınız. İnsanlara kitaplar hakkında sorular sorun.Düşüncelerini, yorumlarını, eleştirilerini dinleyin ve onları bir kağıda yazın. Kitabı bitirdiğiniz zaman onları sakladığınız yerden çıkarın ve tekrar okuyun...

Size naçizane bir tavsiye... Eğer yapabilirseniz kişisel kitaplığınız olsun ve size göre en seçme eserleri doldurun içine...

Saygılarımla
BiLgeAmca

5 Nisan 2011 Salı

100. Aboneme Hediye :)

Akşam baktım ki FF de abone sayım 99 olmuş...
100. aboneme bloğumda onun hakkında yazı yazacağımı bildiren bir feed açtım...
FF de eskilerde diyebileceğim ve takipte ettiğim birisi bu hakkı kazandı...
Evet içinizde belki tanıyanlarınız vardır kendisini...FF de detonee Twitter da Kralin_kizi olarak bilinen "Bαhαя" ... Kendisine huzurlarınızda hoşgeldin diyorum :)


Bahar kimdir? sorusuna cevap vermek de gerekir diye düşündüm...
Naçizane bir araştırma yaptım sosyal medyada. Gidip de Bahar ı tanıyormusun? Nasıl biri? gibi sorular sormadım kesinlikle :) Yazılarına, paylaşımlarına, yaptığı yorumlara baktım...


Belki aranızda ona kızan, kıskanan, burnu büyük, malın teki, gibi düşünceleri olan olabilir. Onlara tanımadıkları birisi hakkında yorum yapmamayı öğrenmeleri gerektiğini söylemek gerekiyor... 


Bahar; sanki aşk acısı çeken, deli dolu birisi. Kalbi tertemiz, içinde hiçbir şekilde kötülük barındırmayan çok tatlı birisi. Onun ismini sadece sanalda değil eski bir dostumla yaptığımız sohbetlerde de anardık. Aralarında geçen bazı güzel anılardan bahsederdi...


Hülasa; daha güzel günler görmesi ve yüzündeki gülücüklerin hiç azalmaması temennisinde bulunuyor ve bu hediyemi kabul etmesini rica ediyorum...


Saygılarımla.
BiLgeAmca...

4 Nisan 2011 Pazartesi

Üniversite...

Üniversite her gencin hayatını, düşüncelerini, fikirlerini değiştiren bir yer...
Üniversite; kimine göre bir okul, kimine göre bir bina topluluğu, kimine göre de hayat tarzıdır...
İnsan 5-6 yaşından itibaren anaokulu,ilköğretim okullarına gitmek zorunda bırakılırlar. Zorunluluktan maksadım o yaşına kadar okulun ne demek olduğunu bilmeyen çocuklar oyun oynamak gibi eğlenceli şeyleri bir kenara itip günlük zamanının yaklaşık yarısını işgal edecek bir binada geçirmesine zorlanırlar...
Bu zorunluluk bittiğinde isteklere, ihtiyaçlara ve başarılara göre düz,anadolu,fen,meslek gibi çeşitleri olan ortaöğretime devam ederler. Bazıları ise okul hayatını bitirip iş hayatına yönelirler...
Lisenin akabinde ise sınav stresi olmasına rağmen bir üst seviyeye, üniversiteye gitmek isterler. Üniversite sınavında başarılı olan öğrenciler istedikleri yada gitmek zorunda bırakıldıkları bölümlere başlarlar...
Üniversite birinci sınıfta lisenin etkisiyle kesinlikle çantasında defter kitap olur...
İkinci sınıfa geçtiklerinde ellerinde bir tane defterle gelirler okula...
Üçüncü sınıfta ders notlarını arkadaşlarından aldıkları boş kağıtlara yazarlar ya da hiç yazmazlar...
Son sınıfa geldiklerinde ellerinde gazetelerle gelirler derse. Not tutmayı tamamen bırakmışlardır...
Bu hayatında harcadığı 4 sene boyunca farkında olsun ya da olmasın birçok şey öğrenmiştir. Hayata bakış açısı, ufku, olaylara karşı tavırları vs.
Bununla beraber üniversitede geçen 4-5 sene için insanın olgunlaşması, hayatın zorluklarına karşı hazırlanması da denilebilir...

3 Nisan 2011 Pazar

Gençlik...

Dün yaşadığım bir olaydan bahsetmek istiyorum sizlere...
Bir arkadaşımın daveti üzerine kadıköyde bir mekana gittim. Bulunduğumuz mekan cafe-bar tarzı bir yerdi. Diğer masadakiler sigara içiyorlar, sohbet ediyorlar, tabii mekanda bulunma amaçlarından dolayı da alkol alıyorlardı. Alkol içmemeden dolayı masamdaki kişiler de çay içmek zorunda kaldılar :)
Çaylarımızı içip sohbet ederken yan masadaki yaşları yaklaşık 16-17 olan iki genç kız vişne-votka içiyorlardı. Kızlardan bir tanesi işi abartıp birkaç tane de tekila içti...
Bir süre sonra 10 kişilik bir genç grup geldi ve iki masayı birleştirip oturdular. İçecek olarak da bira söylediler. 70cc lik bira alan yaşı tahminen 15 bile olmayan bir kız yarısını fondip etmek isteyince ortam bir anda hareketlendi. Kız içtikçe içiyor içtikçe içiyordu. Sonuna yaklaşınca durdu. Kocaman bir alkış koptu(!)...
Ben afalladım.Üzülmekle beraber sinirlendim sonra müsaade isteyip mekanı terkettim...
Birincisi; o gençlerin orada ne işi var?
İkincisi; alkolik bir gençlik mi yetiştiriyoruz?
Üçüncüsü; Bu işin sonu ne olacak?