3 Mart 2012 Cumartesi

Uykusuzluk

Öncelikler merhabalar;
Uyusunda büyüsün nenni
Tıpış tıpış yürüsün nenni
Bugün güzel bir yazı yazmayı aklımı şuanda görmüş olduğunuz boş sayfaya akıtmayı istiyordum ancak gözlerim bana müsaade etmiyor :(
Birkaç gündür kafamı kurcalayan bir mevzu vardı. Bugün büyük bir kısmını hallettim. Gönül isterdi ki hepsi hallolsun ama her zaman istediğiniz olmuyor.
Gözlerim kapanıyor "hadi kalk git yatağına" diyor...Ellerim "kal biraz daha yaz belki uykun kaçar da birşeyler anlatabilirsin, ferahlarsın işte" diyor...
Peki ey ellerim benim uykum kaçınca tekrar nasıl uyuyacam diye sorsam "ben sana ninni söylerim" demeyeceksin değil mi?...
Neyse benim çenem açılınca pek kapanmak bilmiyor :(

Bana sabredip de bu yazıyı okuma zahmetine katlananlara teşekkürü bir borç bilirim :)
İyi geceler cümleten ;)

1 Mart 2012 Perşembe

Sakın Terki Edepten -- صاقين ترك ادبدن


Osmanlı devrinde yaşamış arif ve meşhur şair Yusuf Nabi, 1678 yılında bir kafile ile hac yolculuğuna çıkmıştı. 


Kafilede devletin ileri gelen paşaları da bulunuyordu. 
Kafile hicaz bölgesine girince Hz. Peygamber’i ziyaret aşkı Nabi’yi iyice sardı; öyle ki, vücudu bir hoş oldu, uykusu kaçtı, hiç uyumadı. Kafile, gece yarısı Peygamber şehri Medine-i Münevvere’ye yaklaştı. Kafilede bulunan Eyüplü Rami Mehmed Paşa o esnada kıble tarafına doğru ayaklarını uzatmış uyuyordu. Resul-i Kibriya’nın (s.a.v) beldesine girerken arkadaşlarında gördüğü bu manzara Nabi’ye hiç de hoş gelmedi. Paşayı uyandıracak bir şekilde şu meşhur beyitleri söylemeye başladı: 
"

صاقين ترك ادبدن کوي محبوب خدادربو

Sakın terk-i edebden kûy-ı Mahbûb-i Hudâ’dır bu

نظركاه إلهيدر مقام مصطفا در بو

Nazargâh-i ilâhidir,Makam-ı Mustafâ’dır bu,

حبيب كبريانك حوابكاحيدر فضيلتد

Habib-i Kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazilette

تفوّق كردء عرش جناب كبريادر بو

Tefevvuk-kerde-i  Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu.

بو حاكك پرتوندن اولدي ديجورعدم زائل

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i ademi  zâil

عمادن آچدي موجودات چشمين توتيادربو

Amâdan açdı mevcûdât ceşmin tûtiyâdır bu

فلكده ماه نو باب السلامك سين چاكيدر

Felekte mâh-ı nev Bâbu's-selâm'ın sîne-çâkidir;

بونك قنديليدر جوز مطلع نور ضيادر بو

Bunun kandîlidir, cevzâ matla-ı nûr-i ziyâdır bu!

مراعات ادب شرطيله كير نابي بو دركاهه

Murââd-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha;

مطاف قدسياندر بوسه كاه انبيادربو

Metâf-ı Kudsiyandır busegah-ı enbiyâdır bu

شاعر نابي

Şair Nabi
"

Bu beyitleri işiten paşa, gözünü açtı, hemen kendine geldi, ikazın sebebini anladı, ayaklarını topladı, doğruldu. Nabi’ye dönerek: 


-Ne zaman yazdın bunları? Senden başka duyan oldu mu onları? Diye sordu. Yusuf Nabi: 


-Bunları daha önce herhangi bir yerde söylemiş değilim. Şimdi, sizi bu halde görünce elimde olmadan yüksek sesle söylemeye başladım. İkimizden başka bilen yok! dedi. 
Paşa: -Öyleyse bu aramızda kalsın, diye ikaz etti. Nabi sustu, yola devam ettiler. 


Kafile, sabah ezanına yakın Hz. Resulullah’ın mescidine yaklaştı. Bir de baktılar ki, mescidin minarelerinde müezzinler ezandan önce, Nabi’nin: “Sakın terk-i edepten…” beytiyle başlayan natını okuyorlar. Nabi ve paşa hayret ettiler. Mescide girdiler, namaz kıldıktan sonra, hemen baş müezzinin yanıa koştular. 
Nabi, heyecanla: 
-Allah adına, peygamber aşkına söyle, siz ezandan önce okuduğunuz o beyitleri kimden, nerede ve nasıl öğrendiniz? diye sordu. Müezzin önce cevap vermek istemedi, nabi ısrar ve rica etti. Bunun üzerine müezzin: 


-Resul-i Kibriya (s.a.v) Efendimiz, bu gece tüm müezzinlerin rüyasını şereflendirerek: 


“Ümmetimden Nabi isimli birisi beni ziyarete geliyor. Bana olan aşkı her şeyin üzerindedir. Kalkın, ezandan önce, onun benim için yazdığı beyitleri okuyarak kendisini karşılayın, mescidime girişini kutlayın!” buyurdu. Biz de Efendimizin emirlerini yerine getirdik, dedi. Nabi, hepten şaşırdı ve heyecanlandı, dayanamadı ağladı. Göz yaşları içinde müezzine tekrar: 


-O iki cihanın efendisi, gerçekten Nabi mi dedi, O benim ümmetimdendir mi buyurdu? diye sordu. Müezzin: 


-Evet, Nabi dedi, o benim ümmetimdendir, buyurdu, deyince, Nabi bu iltifata daha fazla dayanamadı, sevincinden düşüp bayıldı. Bir zaman sonra ayıldığında paşayı ve müezzini yanında ağlarken buldu.

29 Şubat 2012 Çarşamba

Organ Nakilleri...

Birkaç haftadır haberlerde organ nakilleriyle karşılaşıyoruz. Bunlardan en meşhuru bildiğiniz gibi yüz nakli.
Aslına bakarsanız ben halen daha işin içeriğini bilmiyorum... Öğrenebildiğim sadece yüz naklinin ilk defa yapıldığı ve başarıya doğru emin adımlarla ilerlenildiğidir...
Tarih: 24 Şubat 2012 HaberTürk'deki bir haber yüz nakli yapılıyor demesiye beraber başvuru sayılasının 100 ü aştığını duymak şaşırtıcı olmasa gerek...
Peki biraz daha yakın zamana gelirsek; Mesela, 27 Şubat 2012 tarihinde HaberTürk Ankara'daki organ nakli başlıklı haberinde durumu tersine çeviriyor. Eğer başarılı olmuş olsa idi bu haber bizi daha da sevindirecekti diyebiliriz... Vücudun yeni uzuvları kabul etmemesi ve uyum sağlayamamasıyla beraber yapılan bütün müdahalelere rağmen kurtarılamadı...

5 Şubat 2012 Pazar

İskilipli Atıf Hocaya atfen...

Tarih 8/10/2010 ben son yazımı yazmışım...

Bugün aklıma geldi müsaade ederseniz birkaç birşey karalamak isterim.
Geçen günlerde İskilipli Atıf Hoca ile alakalı bir haber gözüme çarptı. Yargılanmasının ve idam edilmesinin sebebinin türkiyedeki reform çalışmalarına çomak sokmak, engel olmak gibi bir düşüncedir.
Kimilerine göre bu düşünce gayet yerindedir. Kimilerine göre ise noktası virgülüne kadar yanlıştır.
Ben bunlara fazla girmek istemiyorum. Sadece aklıma gelmiş iken paylaşmak istedim.

İskilipli Atıf Hoca Frenk Mukallitliği ve Şapka Kanunu adlı bir risale yazar...
Aradan 18 ay gibi kısacık(!) bir zaman geçer ve şapka kanunu çıkar...
İskilipli Atıf Hoca yarım yamalak bir dava ile idam edilir...
Aradan zaman geçer iade-i itibar davası açılır...
Türbe yapılması üzerine hazırlıklara başlanılır...
İdam kararını veren hakimin isminin bir sokağa verilmesi ile ortam gerginleşir...
...
...
Bakalım ilerde neler göreceğiz...

8 Eylül 2011 Perşembe

Baltalar elimizde uzun ip belimizde...


Güneş mi? Eh işte arada görüyoruz… Peki ya yağmur? Güneşi görmediğimiz her an yağmurla birlikteyiz.Çam ağaçlarının arsında kaybolmak,yorulduğunu anlamadan  saatlerce yürümek,ne okul,ne iş,ne anne merakı :) Hiçbir şey umrunda olmadan beynine giden oksijenin tadını çıkarmak…Trekking…Ben buna;baltalar elimizde,uzun ip belimizde biz gideriz ormana heyy ormanaaa….. diyorum uzunca :))
 
Balta,ip dedim ama o eskidenmiş. Artık balta oldu bilgisayar,ip oldu sosyal ağ… Baltayla yol açmadık kendimize,kaybolduğumuzu sanan pimpirikli pıtırcık arkadaşlarım bilgisayardan nerde olduklarını ne yöne gideceğimize baktılar.Oysa ki  kaybolsak ne güzel olurdu :)İpe de gerek yok herkes birbirine sosyal ağ ile bağlanmış zaten.Ahh eski günler ahh !
 
Kendi  adıma teknolojinin  “nimetlerinden”  yararlanamamanın keyfi tek kelimeyle süperdi:)Anlatılmaz yaşanır tadında.Twit atmadığında sinirlenen,laptoplarının bataryaları bitince kalbi durmuş gibi hayat ışığı sönenlerden değilim çok şükür :) Hem tamam atın twit ama ne öyle yaw; kuş gördüm,ağacın dalını tuttum,düştüm,dikenli bir bitki gördüm;aaa galiba kaktüsün farklı bir cinsi  gibi yüzlerce saçma paylaşım;Oh My GOD! diyorum size…
 
Madem trekkinge geldik bırak da vücudun anın tadını çıkarsın be insanoğlu…
 
Hea bu arada millete atıp tutuyorum ama ilk gün annemin merakı beni de internete girmeye zorladı :/ Yalan yok...Bende sütten çıkmış ak kaşık değilim ya da bir melek falan değilim .Yaniiii,henüz bir melek değilim :)

Güzel yazısı için sevgili Esra'ya candan teşekkürlerimi iletirim...

Yolculuk...

     Bir yolculuğa başladığım zaman elime kağıt kalem alıp bir şeyler karalamak isterim gayri ihtiyari... Hoş şimdi kağıt kalem devri azalmaya başladı ama yine de eskiye talim ediyorum çoğu zaman... Onun için de çantamda biraz kağıt birkaç kalem taşıyorum...
     Bazen bir hikaye bazen bir polisiye bazen de bir gerilim romanı yazarım... Genelde birkaç sayfayı geçmez... Ama üşenmem oturur yazarım... Bugün blog yazmak geldi aklıma... Hikaye yazmak için moralim kafi gelmiyor, polisiye için sinir sistemimin biraz dağınık olması lazım ama o da yerinde... Peki ne yazacağım ben... KARARSIZIM...
     Bir konu bulamasam da ANKARA'yı anlatayım bari sizlere...

     Şaire sormuşlar... "-Ankara’ya devamlı gidiyorsunuz?Ankara’nın en çok neyini seviyorsunuz?"diye...Cevabı:
"-İSTANBUL A DÖNÜŞ YOLUNU SEVİYORUM" olmuş...
     Benim gözümde Ankara içerisindekiler olmasa haritadan silinmesi gereken bir yer... Zira insanın yüreğini sıkmaktan başka bir işe yaramıyor... Kalkıp kızılaya gitseniz boş gezenin boş kalfası diyebileceğiniz insan türlerinden tonlarca var...
     Ankara bana göre bir yer değil bunu bu gidişimde çok iyi anladım... Ankara benden uzakta olması gereken bir yer...

     Saygılarımla...

21 Ağustos 2011 Pazar

Bir zamanlar...

Bir zamanlar diye başlayan ve maziden bahseden mevzular konuşulur bazen arkadaşlar arasında... Arada "Ya ne güzeldi o günler" denir... Öyle ki; o günlere tekrar dönmek için elinde avucunda ne varsa herşeyini vermek ister... Ama adı artık mazi olmuş anılardır onlar ve asla geri dönüşü olmayacaktır... Bazen insanlar aynalara bakar ve "Ben yaşlanıyormuyum?" diye sorar kendi kendine... Saatin tiktakları devam ettiği gibi günler, aylar, yıllar geçer gider... Herşey gibi insan da yaşlanır...
Bazıları "Bir zamanlar ben çok yakışıklıydım... Gençtim... O zamanlar aklıma esen herşeyi yapardım..." derler... Eee peki şu anda neden yapamıyorsun?... Yaşlanmış yorulmuş... Hayat telaşesiyle koşturmaktan düşünmeye bile fırsat bulamaz olmuş...
"Bir zamanlar güzel günlerimiz vardı..." diyenler o günlerdeki buldukları zevki şu anda isteyenler ve bulamayanlardır...

Bir kitap okuyucusuna neler anlatır?

Merhabalar;
Aradan uzun zaman geçti belki... Tekrar yazmak istedim...
Bir kitap aşığı olarak yine kitaptan bahsetmek istiyorum...

Kitap okuyan birisi kendisine "Ben bu kitabı neden okuyorum?" diye sordu mu acaba? Bana sorarsanız kimse bu soruyu sormuyor kendisine... Bir arkadaşı önermiştir, internette duymuştur veya yazarın tarzını seviyordur... Alıp sadece okuyorlar...
Aslında insanlar eline aldıkları kitabı neden okuduklarını bilmeli... Kitabın kendisine neler anlatacağından az da olsa bilgi sahibi olmalı... Öylece bu kitap güzel dediler alıyım okuyum beğenmezsem atarım dememeli...
Saygılar...

1 Mayıs 2011 Pazar

Son veda...

Sosyal medyaya nasıl girdiğimi az çok hatırlar gibiyim. Ancak nasıl gittiğimi hiç unutmayacağım...

Sosyal medya hakkındaki düşüncelerimi az çok anlattım bir önceki yazımda...
Sosyal medyaya her insan bazı beklentilerle gelir. Her zaman bir arayış içerisindedir. Kimileri bunları bulur kimileri de bulamaz. Kimileri ise ne aradığını bile anlayamaz. Galiba ben 3. kısıma giriyorum...

FF de Twitter da güzel günlerimiz geçti. Güldük, eğlendik, üzüldük, ağladık, hüzünlendik vs. Bir insanın yaşayabileceği birçok duyguyu yaşadık. Bazen hadi toplanalım denildi hoop kalktık buluşma yerine gittik.

Bazen güzel sohbetler ettik bazen kızdık, köpürdük...

İşte öyle bir zaman geliyor ki YETER diyorsunuz. Bunu söylediğim zaman bana NEDEN? sorusunu yöneltiyorlar. Cevap basit; Sürekli aklımda olacağına kapalı olsun....

Sizlere son vedamı etmek istedim ve güzel vakitlerinizi alacağını bilmekle beraber oturup bu yazıyı yazdım...

HER ŞEY İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.

Saygılarımla BiLgeAmca...

Sosyal Medya...

Aslına bakarsanız blog açmadan önce yazmıştım bu yazıyı...
Daha önce bu yazımı okuyanlar olduğunu biliyorum... Ancak sosyal medyayı tamamen bırakmadan yayınlamak istedim tekrar...
Yazımın eksik kalmasından dolayı özür dileyerek okuyucuları yazımla başbaşa bırakıyorum...
Keyifli okumalar ;)


Sosyal medya ve sosyal medyadaki bazı kişilikler...
"Sosyal Medya" ismini bugünlerde çok sık duyar olduk. Günümüzde bir çok insan sadece gerçek profili ile kalmıyor, sanal ortamda da profil yaratıyor. Fakat bu profillerin kişilikleri zamanla çok farklı yönlere gidiyor. Bu yüzden bu konuyu bu yazımda mercek altına alacağım. Öncelikle sizlere "sosyal medya"nın nasıl doğduğunu anlatayım.
Sosyal medya isminin halk arasındaki başlangıcı "İNTERNET ORTAMI" ismi ile olmuştur. Bu başlangıç ile farklı ülkelerdeki kişiler birbirleri ile görüşmelere başlar. Ardından gelişen mail sistemi ile mail gönderip almak kişilerin vazgeçilmezi olmuştur. Mail sisteminden sonra "IRC(INTERNET RELAY CHAT)" denilen kişilerin toplu anlık konuşmaları sistemi yapılmış. Bu arada Microsoft firmasının hazırladığı "MSN(MicroSoft Network)" kişilerin bireysel olarak karşılıklı konuşma ortamı çıkmıştır. İlerleyen zamanlarda ise bilgi paylaşımı ve sohbet amaçlı olarak "FORUM" sistemi geliştirilmiş ve böylece insanlar forum sitelerinde tanışıp msn adreslerini alarak birbirleri ile sohbetler geliştirmeye, ihtimali durumunda meslek hayatlarında paylaşımlarda bulunmuşlardır.
Forum sitelerine noktayı koyan Harvard Üniversitesi öğrencilerinden Mark Zuckerberg'ın Şubat 2004 senesinde kurmuş olduğu ve şuanda da bütün dünya çapında kullanılan "FACEBOOK" isimli sosyal medya yazılımıdır.
Bu arada halk arasında arkadaşlık siteleri de denilen ancak kullananlar arasında sosyal medya olarak bilinen "TWITTER,FRIENDFEED vs." sitelere talep hızla artmıştır.
Sosyal medyanın tarihçesinden biraz bahsettik...Şimdi de bu sitelerdeki insan çeşitliliğinden ve sanalda takılma sebeplerinden bahsedelim....
Bilgisayar bağımlılarını mevzu dışında tutmak istiyorum müsaade ederseniz, ki onlar artık mevzuyu abartmış ve günün bazen 20 saatini bile bilgisayar başında geçirmeye ve internette sörf yapmaya adamışlardır... Bunların yanısıra hava durumunu düşünenler, cebinde parası olmayıp evde hapis kalanlar, hasta olanları da elersek geriye kalanların internette takılmalarının sebepleri daha belirgin oluyor...
Şimdi bilgisayarla alakalı olmayan bir meslek erbabı "Akşama kadar bilgisayar başında ne yapar?" Sorusuna cevabı birçok kişi verebilir.Farklı düşünceler de çıkabilir. Ancak bana sorarsanız ya hatun tavlamaya gelmiştir yada hayranı olduğu birkaç kişi ile sohbete gelmiştir. Haa diyeceksiniz ki artık sevgililer de msn'de görüşüyorlar. Valla haklısınız o konuda. Kontör fiyatları bu kadar pahalı olursa ben de msn'de konuşurum arkadaş...
Şimdi kız tavlamaya gelen adamları ele alalım. Kafede, kütüphanede, sokakta vs. tanışamayacak, tanışsa da konuşamayacak kadar içine kapanık olan birisi olabilir. Dışarda bir şey yapamayınca ne yapıyor hooop doğruca nete. Giriyor bir sosyal medya sitesine karşılıklı paylaşımlar, anlatımlar, konuşmalar derken muhabbet ortamı oluşuyor. Buraya kadar normaliz. Bundan sonra gözüne birini kestiriyor, içinden bir ses "-Olum sen bu kızı ayarlarsın(!)" diyor. Bu sözle başlıyor işte herşey. Haa diyeceksiniz ki yav arkadaş bu adamın hiç mi işi gücü yok da bu kadar oturuyor bilgisayar başında? Bence bu adamın işi de o gücü de o. Takmış kafayı abi kızı ayarlayacak(!)... Özel muhabbetler başlar. Bazen tartışmalar olsa da tartışmanın ardından gelen güzel kelimeler ve gönül almak için uğraşlar kızı bizim elemana bağlar. Sonrası mı? Sonrası meçhul...
Peki sonra ne olur derseniz devam edelim. İş bu noktaya geldikten sonra bizim elemanın istediği olmuştur ve Kızı ayarlamıştır(!). İsterse bir müddet gönül eğlencesi uğruna gezer tozar eğlenir, isterse hayatının geri kalanını onunla yaşar. Peki "Bunu reel dünyada yani gerçek hayatta yapamaz mıydı?" diye soran olursa bence yapamaz. Ki yapabilecek olsaydı saatlerce o bilgisayar başında oturmazdı. (Bu olaydaki roller değişkendir.)
BiLgeAmca...