29 Şubat 2012 Çarşamba

Organ Nakilleri...

Birkaç haftadır haberlerde organ nakilleriyle karşılaşıyoruz. Bunlardan en meşhuru bildiğiniz gibi yüz nakli.
Aslına bakarsanız ben halen daha işin içeriğini bilmiyorum... Öğrenebildiğim sadece yüz naklinin ilk defa yapıldığı ve başarıya doğru emin adımlarla ilerlenildiğidir...
Tarih: 24 Şubat 2012 HaberTürk'deki bir haber yüz nakli yapılıyor demesiye beraber başvuru sayılasının 100 ü aştığını duymak şaşırtıcı olmasa gerek...
Peki biraz daha yakın zamana gelirsek; Mesela, 27 Şubat 2012 tarihinde HaberTürk Ankara'daki organ nakli başlıklı haberinde durumu tersine çeviriyor. Eğer başarılı olmuş olsa idi bu haber bizi daha da sevindirecekti diyebiliriz... Vücudun yeni uzuvları kabul etmemesi ve uyum sağlayamamasıyla beraber yapılan bütün müdahalelere rağmen kurtarılamadı...

5 Şubat 2012 Pazar

İskilipli Atıf Hocaya atfen...

Tarih 8/10/2010 ben son yazımı yazmışım...

Bugün aklıma geldi müsaade ederseniz birkaç birşey karalamak isterim.
Geçen günlerde İskilipli Atıf Hoca ile alakalı bir haber gözüme çarptı. Yargılanmasının ve idam edilmesinin sebebinin türkiyedeki reform çalışmalarına çomak sokmak, engel olmak gibi bir düşüncedir.
Kimilerine göre bu düşünce gayet yerindedir. Kimilerine göre ise noktası virgülüne kadar yanlıştır.
Ben bunlara fazla girmek istemiyorum. Sadece aklıma gelmiş iken paylaşmak istedim.

İskilipli Atıf Hoca Frenk Mukallitliği ve Şapka Kanunu adlı bir risale yazar...
Aradan 18 ay gibi kısacık(!) bir zaman geçer ve şapka kanunu çıkar...
İskilipli Atıf Hoca yarım yamalak bir dava ile idam edilir...
Aradan zaman geçer iade-i itibar davası açılır...
Türbe yapılması üzerine hazırlıklara başlanılır...
İdam kararını veren hakimin isminin bir sokağa verilmesi ile ortam gerginleşir...
...
...
Bakalım ilerde neler göreceğiz...

8 Eylül 2011 Perşembe

Baltalar elimizde uzun ip belimizde...


Güneş mi? Eh işte arada görüyoruz… Peki ya yağmur? Güneşi görmediğimiz her an yağmurla birlikteyiz.Çam ağaçlarının arsında kaybolmak,yorulduğunu anlamadan  saatlerce yürümek,ne okul,ne iş,ne anne merakı :) Hiçbir şey umrunda olmadan beynine giden oksijenin tadını çıkarmak…Trekking…Ben buna;baltalar elimizde,uzun ip belimizde biz gideriz ormana heyy ormanaaa….. diyorum uzunca :))
 
Balta,ip dedim ama o eskidenmiş. Artık balta oldu bilgisayar,ip oldu sosyal ağ… Baltayla yol açmadık kendimize,kaybolduğumuzu sanan pimpirikli pıtırcık arkadaşlarım bilgisayardan nerde olduklarını ne yöne gideceğimize baktılar.Oysa ki  kaybolsak ne güzel olurdu :)İpe de gerek yok herkes birbirine sosyal ağ ile bağlanmış zaten.Ahh eski günler ahh !
 
Kendi  adıma teknolojinin  “nimetlerinden”  yararlanamamanın keyfi tek kelimeyle süperdi:)Anlatılmaz yaşanır tadında.Twit atmadığında sinirlenen,laptoplarının bataryaları bitince kalbi durmuş gibi hayat ışığı sönenlerden değilim çok şükür :) Hem tamam atın twit ama ne öyle yaw; kuş gördüm,ağacın dalını tuttum,düştüm,dikenli bir bitki gördüm;aaa galiba kaktüsün farklı bir cinsi  gibi yüzlerce saçma paylaşım;Oh My GOD! diyorum size…
 
Madem trekkinge geldik bırak da vücudun anın tadını çıkarsın be insanoğlu…
 
Hea bu arada millete atıp tutuyorum ama ilk gün annemin merakı beni de internete girmeye zorladı :/ Yalan yok...Bende sütten çıkmış ak kaşık değilim ya da bir melek falan değilim .Yaniiii,henüz bir melek değilim :)

Güzel yazısı için sevgili Esra'ya candan teşekkürlerimi iletirim...

Yolculuk...

     Bir yolculuğa başladığım zaman elime kağıt kalem alıp bir şeyler karalamak isterim gayri ihtiyari... Hoş şimdi kağıt kalem devri azalmaya başladı ama yine de eskiye talim ediyorum çoğu zaman... Onun için de çantamda biraz kağıt birkaç kalem taşıyorum...
     Bazen bir hikaye bazen bir polisiye bazen de bir gerilim romanı yazarım... Genelde birkaç sayfayı geçmez... Ama üşenmem oturur yazarım... Bugün blog yazmak geldi aklıma... Hikaye yazmak için moralim kafi gelmiyor, polisiye için sinir sistemimin biraz dağınık olması lazım ama o da yerinde... Peki ne yazacağım ben... KARARSIZIM...
     Bir konu bulamasam da ANKARA'yı anlatayım bari sizlere...

     Şaire sormuşlar... "-Ankara’ya devamlı gidiyorsunuz?Ankara’nın en çok neyini seviyorsunuz?"diye...Cevabı:
"-İSTANBUL A DÖNÜŞ YOLUNU SEVİYORUM" olmuş...
     Benim gözümde Ankara içerisindekiler olmasa haritadan silinmesi gereken bir yer... Zira insanın yüreğini sıkmaktan başka bir işe yaramıyor... Kalkıp kızılaya gitseniz boş gezenin boş kalfası diyebileceğiniz insan türlerinden tonlarca var...
     Ankara bana göre bir yer değil bunu bu gidişimde çok iyi anladım... Ankara benden uzakta olması gereken bir yer...

     Saygılarımla...

21 Ağustos 2011 Pazar

Bir zamanlar...

Bir zamanlar diye başlayan ve maziden bahseden mevzular konuşulur bazen arkadaşlar arasında... Arada "Ya ne güzeldi o günler" denir... Öyle ki; o günlere tekrar dönmek için elinde avucunda ne varsa herşeyini vermek ister... Ama adı artık mazi olmuş anılardır onlar ve asla geri dönüşü olmayacaktır... Bazen insanlar aynalara bakar ve "Ben yaşlanıyormuyum?" diye sorar kendi kendine... Saatin tiktakları devam ettiği gibi günler, aylar, yıllar geçer gider... Herşey gibi insan da yaşlanır...
Bazıları "Bir zamanlar ben çok yakışıklıydım... Gençtim... O zamanlar aklıma esen herşeyi yapardım..." derler... Eee peki şu anda neden yapamıyorsun?... Yaşlanmış yorulmuş... Hayat telaşesiyle koşturmaktan düşünmeye bile fırsat bulamaz olmuş...
"Bir zamanlar güzel günlerimiz vardı..." diyenler o günlerdeki buldukları zevki şu anda isteyenler ve bulamayanlardır...

Bir kitap okuyucusuna neler anlatır?

Merhabalar;
Aradan uzun zaman geçti belki... Tekrar yazmak istedim...
Bir kitap aşığı olarak yine kitaptan bahsetmek istiyorum...

Kitap okuyan birisi kendisine "Ben bu kitabı neden okuyorum?" diye sordu mu acaba? Bana sorarsanız kimse bu soruyu sormuyor kendisine... Bir arkadaşı önermiştir, internette duymuştur veya yazarın tarzını seviyordur... Alıp sadece okuyorlar...
Aslında insanlar eline aldıkları kitabı neden okuduklarını bilmeli... Kitabın kendisine neler anlatacağından az da olsa bilgi sahibi olmalı... Öylece bu kitap güzel dediler alıyım okuyum beğenmezsem atarım dememeli...
Saygılar...

1 Mayıs 2011 Pazar

Son veda...

Sosyal medyaya nasıl girdiğimi az çok hatırlar gibiyim. Ancak nasıl gittiğimi hiç unutmayacağım...

Sosyal medya hakkındaki düşüncelerimi az çok anlattım bir önceki yazımda...
Sosyal medyaya her insan bazı beklentilerle gelir. Her zaman bir arayış içerisindedir. Kimileri bunları bulur kimileri de bulamaz. Kimileri ise ne aradığını bile anlayamaz. Galiba ben 3. kısıma giriyorum...

FF de Twitter da güzel günlerimiz geçti. Güldük, eğlendik, üzüldük, ağladık, hüzünlendik vs. Bir insanın yaşayabileceği birçok duyguyu yaşadık. Bazen hadi toplanalım denildi hoop kalktık buluşma yerine gittik.

Bazen güzel sohbetler ettik bazen kızdık, köpürdük...

İşte öyle bir zaman geliyor ki YETER diyorsunuz. Bunu söylediğim zaman bana NEDEN? sorusunu yöneltiyorlar. Cevap basit; Sürekli aklımda olacağına kapalı olsun....

Sizlere son vedamı etmek istedim ve güzel vakitlerinizi alacağını bilmekle beraber oturup bu yazıyı yazdım...

HER ŞEY İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.

Saygılarımla BiLgeAmca...

Sosyal Medya...

Aslına bakarsanız blog açmadan önce yazmıştım bu yazıyı...
Daha önce bu yazımı okuyanlar olduğunu biliyorum... Ancak sosyal medyayı tamamen bırakmadan yayınlamak istedim tekrar...
Yazımın eksik kalmasından dolayı özür dileyerek okuyucuları yazımla başbaşa bırakıyorum...
Keyifli okumalar ;)


Sosyal medya ve sosyal medyadaki bazı kişilikler...
"Sosyal Medya" ismini bugünlerde çok sık duyar olduk. Günümüzde bir çok insan sadece gerçek profili ile kalmıyor, sanal ortamda da profil yaratıyor. Fakat bu profillerin kişilikleri zamanla çok farklı yönlere gidiyor. Bu yüzden bu konuyu bu yazımda mercek altına alacağım. Öncelikle sizlere "sosyal medya"nın nasıl doğduğunu anlatayım.
Sosyal medya isminin halk arasındaki başlangıcı "İNTERNET ORTAMI" ismi ile olmuştur. Bu başlangıç ile farklı ülkelerdeki kişiler birbirleri ile görüşmelere başlar. Ardından gelişen mail sistemi ile mail gönderip almak kişilerin vazgeçilmezi olmuştur. Mail sisteminden sonra "IRC(INTERNET RELAY CHAT)" denilen kişilerin toplu anlık konuşmaları sistemi yapılmış. Bu arada Microsoft firmasının hazırladığı "MSN(MicroSoft Network)" kişilerin bireysel olarak karşılıklı konuşma ortamı çıkmıştır. İlerleyen zamanlarda ise bilgi paylaşımı ve sohbet amaçlı olarak "FORUM" sistemi geliştirilmiş ve böylece insanlar forum sitelerinde tanışıp msn adreslerini alarak birbirleri ile sohbetler geliştirmeye, ihtimali durumunda meslek hayatlarında paylaşımlarda bulunmuşlardır.
Forum sitelerine noktayı koyan Harvard Üniversitesi öğrencilerinden Mark Zuckerberg'ın Şubat 2004 senesinde kurmuş olduğu ve şuanda da bütün dünya çapında kullanılan "FACEBOOK" isimli sosyal medya yazılımıdır.
Bu arada halk arasında arkadaşlık siteleri de denilen ancak kullananlar arasında sosyal medya olarak bilinen "TWITTER,FRIENDFEED vs." sitelere talep hızla artmıştır.
Sosyal medyanın tarihçesinden biraz bahsettik...Şimdi de bu sitelerdeki insan çeşitliliğinden ve sanalda takılma sebeplerinden bahsedelim....
Bilgisayar bağımlılarını mevzu dışında tutmak istiyorum müsaade ederseniz, ki onlar artık mevzuyu abartmış ve günün bazen 20 saatini bile bilgisayar başında geçirmeye ve internette sörf yapmaya adamışlardır... Bunların yanısıra hava durumunu düşünenler, cebinde parası olmayıp evde hapis kalanlar, hasta olanları da elersek geriye kalanların internette takılmalarının sebepleri daha belirgin oluyor...
Şimdi bilgisayarla alakalı olmayan bir meslek erbabı "Akşama kadar bilgisayar başında ne yapar?" Sorusuna cevabı birçok kişi verebilir.Farklı düşünceler de çıkabilir. Ancak bana sorarsanız ya hatun tavlamaya gelmiştir yada hayranı olduğu birkaç kişi ile sohbete gelmiştir. Haa diyeceksiniz ki artık sevgililer de msn'de görüşüyorlar. Valla haklısınız o konuda. Kontör fiyatları bu kadar pahalı olursa ben de msn'de konuşurum arkadaş...
Şimdi kız tavlamaya gelen adamları ele alalım. Kafede, kütüphanede, sokakta vs. tanışamayacak, tanışsa da konuşamayacak kadar içine kapanık olan birisi olabilir. Dışarda bir şey yapamayınca ne yapıyor hooop doğruca nete. Giriyor bir sosyal medya sitesine karşılıklı paylaşımlar, anlatımlar, konuşmalar derken muhabbet ortamı oluşuyor. Buraya kadar normaliz. Bundan sonra gözüne birini kestiriyor, içinden bir ses "-Olum sen bu kızı ayarlarsın(!)" diyor. Bu sözle başlıyor işte herşey. Haa diyeceksiniz ki yav arkadaş bu adamın hiç mi işi gücü yok da bu kadar oturuyor bilgisayar başında? Bence bu adamın işi de o gücü de o. Takmış kafayı abi kızı ayarlayacak(!)... Özel muhabbetler başlar. Bazen tartışmalar olsa da tartışmanın ardından gelen güzel kelimeler ve gönül almak için uğraşlar kızı bizim elemana bağlar. Sonrası mı? Sonrası meçhul...
Peki sonra ne olur derseniz devam edelim. İş bu noktaya geldikten sonra bizim elemanın istediği olmuştur ve Kızı ayarlamıştır(!). İsterse bir müddet gönül eğlencesi uğruna gezer tozar eğlenir, isterse hayatının geri kalanını onunla yaşar. Peki "Bunu reel dünyada yani gerçek hayatta yapamaz mıydı?" diye soran olursa bence yapamaz. Ki yapabilecek olsaydı saatlerce o bilgisayar başında oturmazdı. (Bu olaydaki roller değişkendir.)
BiLgeAmca...

10 Nisan 2011 Pazar

Kulak misafirliği...

Bugün kulak misafirliğine gittim ve çok güzel bir gündü teşekkürler...

Sabah kahvaltıdan sonra havanın güzel olması hasebiyle çıkıp biraz yürüyüş yaptım. Yorulunca bir kafeye girdim ve teras katına çıkarken çay söyledim. Teras katına çıktım ve aşağıda yürüyen insanlara şöyle bir göz gezdirdim. Beklediğimin ne olduğunu bilmeden dudak büküp her zamanki İstanbul dedim kendi kendime.

Çayım geldiğinde sandalyeye oturdum ve o anda sohbet eden 40'lılı yaşlarda iki adam gördüm. Biraz kulak kabarttım ve sohbetin mevzusu kitaptı. Tam da arayıp bulamadığım şey...

Ama kitabın yazımından çok ticaretiyle alakalı konuşuyorlardı. Anladığım kadarıyla birisi yazarmış, onlarca kitap yazmış ve şu anda da maddi sıkıntı içindeymiş. Sohbetin devamında; insanların dünyaya nasıl dolduğu, 50 yıl sonrasına kadar insanoğluna 3 gezegenin yetmeyeceği, 1978'lerdeki bilim teknik dergilerinden falan bahsedildi. O mevzuya nasıl atladığını hiç sormayın...

Onlardan birisi içeriye büyük bir ihtimalle lavaboya gidince yazar olana doğru yaklaştım ve kendimi tanıttım. Nazikçe sohbete dahil olup olamayacağımı sordum. İçeri giren kişinin okul arkadaşı olduğunu ve uzun zamandır görüşmediğini söyleyerek nazikçe geri çevirdi.

Bende kendisiyle özel olarak kitap hakkında konuşmak istediğimi ve müsait iseniz haftaya görüşebilir miyiz?diye sordum. Bir hafta sonrasına randevulaştık. Sanırım bu haftayı iple çekeceğim...

Kitap okumak...

Blog yazımına başlama kararı aldığım zaman bir dostum bana "-Kitaplar hakkında da bir yazı yazarsın değil mi?" diye sormuştu. Belki o gün gelmiştir...

Kitap nedir? Neden kitap okuyorum? yada Neden kitap okumuyorum? tarzında bir soruyu herkesin aklına gelmiştir. Kitap denildiği zaman herkesin aklına çok farklı şeyler gelebileceği gibi benim aklıma da "İçerisinde belirli bir düşünce etrafında yazılmış cümlelerin bulunduğu risaledir" ifadesi geldi...

Ülkemizdeki kitap okuma durumunu düşündüğümüzde biraz geriye doğru fazla değil bundan 5 sene öncesine küçük bir yolculuk yapalım. Şu anda üniversitede öğrenci olan o zamanlar lisede belkide ortaokulda okuyorlardı. Öğretmenlerin ödev vermesine klasik öğrenci psikolojisinden dolayı her zaman kızarlardı. Bununla beraber Türkçe öğretmeninin:"-Çocuklar her ay en az bir kitap okuyacaksınız yoksa sınıfta bırakırım" gibi despot davranışlarına kızmayacak çok az kişi olduğunu düşünüyorum. Ayda sadece bir kitap okumak bile zor gelirdi bize. Neden? Çünkü kitap okumakla tanışmamıştık...

Birkaç ay önce bir sahaf(eski kitap satan yer)a gitmiştim. Bana okuyabileceğim birkaç kitap önermesini istedim. Bana "-Kitap okumak yemek yemeye benzer, ben senin hangi yemekleri sevdiğini nereden bilebilirim. Kitaplar orada al eline karıştır, birkaç cümle oku hoşuna giderse alırsın" dedi. O anda garipsemiştim. Sonuçta kitapları o satıyordu ve hangi kitapların güzel olduğunu, hangilerinin çok okunduğunu, hangilerinin hangi yaş çevrelerinde okunduğunu iyi bilmesi ve bana göre birkaç kitap önermesini istemiştim. Kitapların içine daldım bir o rafa bir bu rafa dolaşırken beş tane kitap beğendim. Ücretini ödeyeceğim zaman kitaplara şöyle bir göz attı ve "Alanının en güzel kitaplarını seçmişsin" dedi. İşte ilk girişimde ne demek istediğini o zaman anladım. Kitap, yemek yemek gibidir. Nasıl tadını beğenmediğin yemeği yiyemezsen, beğenmediğin kitabı da okuyamazsın...

Kitap; kimilerine göre film izlemek gibidir. Sürükleyici bir film izlerken nasıl keyif alıyorsan kitap okurken de aynı keyfi alırsın. Film izlerken olayları oyuncular sana sergilerken kitaptaki olayları beyin sahnende kendi oluşturduğun kahramanların oynar ve yönetmen her zaman sensindir...

Her insanın bağımlılıkları ya da takıntıları vardır. Bunların bir kısmı sağlığını düşünür bir kısmı da düşünmez. Şu anda insanların sağlıklarını en fazla tehlikeye atan şeyin sigara olduğunu biliyoruz. Sigara bağımlılık yapıyor, alkol bağımlılık yapıyor. Neden?. Çünkü içerisinde etken madde var. Peki bazılarına göre kitap ta bağımlılık yapar. Peki neden?. Onun içerisinde etken madde mi var?. Veya kağıdına kokain filan mı aşılıyorlar?

Bu soruyu o bağımlılara sormakta fayda var diyorum...

Mevzuyu çok uzattığımın farkındayım. Ancak son olarak bir mevzuya daha değinmeden yazımı bitirmek istemiyorum...

Kitabı bu kadar övdün arkadaş da biz hangi kitapları okuyacağız?

Bu sorunun cevabı sizde. Sizde benim gibi yapın ve bir kitapçıya gidin. Kitapları karıştırın ve aradığınızı orada bulacaksınız. İnsanlara kitaplar hakkında sorular sorun.Düşüncelerini, yorumlarını, eleştirilerini dinleyin ve onları bir kağıda yazın. Kitabı bitirdiğiniz zaman onları sakladığınız yerden çıkarın ve tekrar okuyun...

Size naçizane bir tavsiye... Eğer yapabilirseniz kişisel kitaplığınız olsun ve size göre en seçme eserleri doldurun içine...

Saygılarımla
BiLgeAmca